Fıkhı Ekber Notları 1

İbadetlerin temeli sağlam inançlardır. Sağlam inanca dayanmayan ibadetlerin Allah katında hiçbir değeri yoktur.

Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem’in, kurtulduğunu müjdelediği fırka (73 fırka), Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancına bağlı bulunan­lardır. İnanç bakımından ehl-i sünnetin dışında kalanlara “Bid’at ehl-i” tâbiri kullanılır.

Bid’at ehlini bütünü ile kâfirlik, yahut sapıklık­la itham etmeğe Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancı müsaade etmez. Bununla beraber, imanı bir bütün halinde muhafaza edebilmek için bid’at ehlinin inançlarından kendimizi korumak zorundayız.

İslâm Fıkhı’nın da babası sayılan İmam Âzam Hazretleri, (Hicri: 80-150) Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancının da ilk kurucusu olarak tanınmaktadır,

İmam Âzam, Fıkha intisap etmeden evvel bir müddet mesaisini Bid’at ehline karşı mücadele etmekle geçirmiştir.

İmam Âzam Hazretleri tehlikeyi bertaraf ettikten son­ra Selef âlimlerinin ve Sahabenin yolundan yürümeğe karar vermiş ve Hadis ve Fıkıh çalışmaları­na yoğunlaşmıştır.

Kendine has metodu ile hadislerin sağlamını zayıfından ayırmış ve buna “Hadîs Fıkhı” adını vermiştir.

Fıkıhta ise dünya çapında rey ve içtihad metodunu (farazi/takdiri fıkıh) geniş çapta kullanarak kendinden sonrakilere içtiha­dın kapısını açmıştır. Bu sebeple kendisine Fıkhın babası adı da ve­rilmiştir.

Kitap ve Sünnette bulunmayan hükümler hakkında büyük bir cesaretle kendi görüşünü ortaya koyabilmiş, içtihad konu­sunda büyük bir çığır açmıştır.

Günümüze kadar yaşamış bulunan İslâm devletlerinin güç­lerini İmam Âzam’ın ilmî faaliyetlerine ve içtihadlarına borçludur.

O’nun en büyük eserleri açtığı bu çığır ile yetiştirdiği talebeleridir. O, kitap yazmakla meşgul olamamış, ancak bazı risaleler yazmıştır.

Dört büyük imamın hicri doğum tarihleri

İmam Âzam’ın Hayatı: 80

İmam Malik: 93

İmam Şafi: 150 (İmam Muhammed ve İmam Malik’in öğrencisi)

Ahmet b. Hanbel: 164 (İmam Şafii’nin öğrencisi)

1- İmamı Azamın Doğumu ve Yetişmesi:

İmam Âzam Hazretleri Hicrî 80 senesinde Kûfe’de doğup büyümüş ve hayatının çoğunu bu şehirde geçirmiştir. Hicri 150 senesinde 70 yaşında Bağdat’da dünyaya gözlerini kapamıştır. Halen kabr-i şerifleri burada bulunmaktadır. (Kufe, Irak’ın Necef ilinde bir yerleşim yeridir. Fırat Nehri kıyısında bulunur. Necefle birleşmiş durumdadır.)

II- İmamı Azamın Nesebi:

Nûman bin Sabit bin Zûta bin Mâh. İmam Âzam’ın babası Sabittir. Dedesi Zûta, İslâm ordularının İran, Horasan ve Irak’ı fethettikleri sırada esir düşmüş ve Teym kabilesinin kölesi olmuştu. Fakat sonradan azad edilerek hürriyetine kavuşmuş olan Zûta, ikamet etmekte olduğu Kabil (Babil)’den Kûfe’ye hicret etmiştir.

İmam Âzam’ın babası Sabit, Hz. Ali kerremellahu vecheh ile müşerref olmuş bir zattı. Hz. Ali, Sâbit’e ve zürriyetine hayır ve bereket duasında bulunmuştur.

III- İlme İntisab Etmesi:

İmam Âzam Ebû Hanife, küçük yaşta babası Sâbit’i kaybetmişti. İlk terbiyesini ve ilk bilgilerini Cafer-i Sadık’tan alarak ilerideki ilmi hayatını sağlam temellere oturtmuştu.

Ebû Hanîfe küçük yaşta önce Kur’an-ı Kerîm’i ezberledi. Kıraat ve hıfzını kıraat imamlarından İmam Âsım’dan tamamladı.

(Âsım, kıraat ilmi sahasında öne çıktı; çok güzel sesi ve tilâvetiyle dikkati çekti. Hz. Osman’ın Kûfe’ye gönderdiği resmî mushafa göre Kur’an öğretmekle görevlendirilen görme özürlü Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den ve Ali b. Ebû Tâlib’in kıraatini aldı. Zir b. Hubeyş el-Esedî’den de İbn Mes‘ûd’un kıraatini öğrendi. Asım da görme özürlüydü.)

İmam Âzam’ın ailesi Kûfe’de ticaretle meşguldü. İpekli kumaş ticareti ile uğraşırlardı. Dehâ derecesindeki zekâsı onu ilmî ve aklî araştırmalara da sevk ediyordu.

Kültür ve medeniyet merkezi olan Kûfe’de ilim adamları­nın derslerine ve sohbetlerine devam ediyordu. İmam Âzam’ın ya­şadığı devirde hayatta kalan tabiîler de vardı. İmam Âzam bunların sohbetinde bulunma şerefine de nail olmuştu. Bu açıdan Büyük İmam, Tebe-i Tâbiûn neslindendir, yâni 3. nesildir. Efendimiz 1, 2, ve 3. nesil için şöyle buyurmuştur:

“Sizin en hayırlınız, benim zamanımda yaşayanlarınızdır. Sonra zamanımda yaşayanlara yakın olanlar, sonra da onlara yakın olanlardır.

Onlardan sonra öyle bir topluluk gelir ki, kendilerinden şahidlik istenmediği halde şahidlik yaparlar, hiyanet ederler de kendilerine güvenilmez. Aralarında itimat ve güven yok olur. Söz verirler fakat yerine getirmezler. Onlarda şişmanlık çok yaygınlaşır…” (Buhari Şehadet: 9)

Bir yandan ticaretten bir yandan da ilimden na­sibini alıyordu. Şöyle anlatıyor:

“Bir gün İmam Şâbî ile karşılaştım. (19 yılında Kûfe’de dünyaya geldi. Kendi ifadesine göre Şa‘bî 500 sahâbîyi görüp tanıdı (Buhârî, I, 254). Tâbiîn neslinin ünlü fakihlerinden olan İbrâhim en-Nehaî ile birlikte Abdullah b. Mes‘ûd’un önde gelen talebesi oldu.) Kendisi oturuyordu. Beni ça­ğırdı ve nereye gittiğimi sordu. Ben de: çarşıya gidiyorum, dedim. Bunun üzerine; ben senin çarşıya değil, âlimlerin meclislerine git­meni isterim, dedi. Ben ise: âlimlerin meclisine çok az uğradığımı söyledim. Bunun üzerine Şâbî bana: Sen ticaretle uğraşma. Zira se­nin ilimle uğraşman ve âlimlerin meclisinden ayrılmaman gerekir. Çünkü ben sende üstün bir zekâ ve kabiliyet görüyorum, dedi. İşte Şâbi’nin bu sözü bende büyük bir tesir meydana getirerek ticareti bıraktım ve ilim tahsiline kendimi adadım.”

Şâbî ile karşılaştıktan sonra Ebû Hanîfe vaktinin çoğunu ilme hasretmiş, fakat bir taraftan da ortağı aracılığı ile ticari işlerini fik­ren yürütüyor, ortağının hesaplarını kontrol ediyor, böylece geçimi­ni başkalarına muhtaç olmadan temin ediyordu.

Ebû Hanîfe fıkıh ilmine intisab ettiği sırada her ba­kımdan tam bir yetkiye sahip idi.

IV- Hocaları:

İmam Âzam’ın en önemli hocası çağının fıkıh ilminin re­isi diyebileceğimiz İmam Hammad b. Ebî Süleyman’dır. İmam Ham­mad da İbrahim en-Nahaî ile İmam Şâbî’den fıkıh ilmi tahsil etmiş­tir. (Dolayısıyla İmamı Azamın fıkhı, İbn-i Mes’ud ile Hz. Ali’nin fıkhına dayanır.) İmam Hammad bu iki tabiînin fıkhını öğrenmekle beraber ibrahim en-Nahaî ve Alkame’nin fıkhına daha çok önem vermiştir.

Ebû Hanife (28) yıl gibi uzun bir zaman hocası Hammad’a tale­belik etmiş, ölümüne kadar kendisinden ayrılmamıştır. Hocası Hammad vefat edince onun yerine geçmiştir.

V- Fıkıh İlminde Temayüzü:

Hicri (120) yılında İmam Hammad vefat edince, onun yerini en seçkin talebesi Ebû Hanife almıştır.

İmam Âzam, büyük tecrübeleri ve engin zekâsı, kuvvetli akılcılığı ve hazırcevaplığı sayesinde hocasının ders halkalarını ba­şarı ile devam ettirmişti.

İmam Âzam ticaretle de meşgul bulunduğu için zamanın ihtiyaçlarını daha iyi tanıyabilmiş, örf ve âdetleri herkesten daha mükemmel kavrayabilmişti.

Onun ticarî hayatı, içtihatları üzerinde etkili olmuştur. Hatta bu konuda bir söz açıldığı zaman arkadaşları susar ve sadece onu dinlemek zorunda kalırlardı. Talebesi İmam Muhammed onun hakkında şöyle diyor:

Ebû Hanîfe kıyasla ilgili meseleler hakkında talebeleri ile tartışırdı. Talebeleri bazan kendisine uyarlar, bazan da itirazda bulunurlardı. Fakat İmam Âzam Ebû Hanîfe istihsana başvurunca, yani ictihad edince ona hiç kimse itiraz etmezdi. Çünkü o istihsan konusunda ileri sür­düğü meseleleri kuvvetle müdafaa eder ve herkesi ikna ederdi.”

İmam Âzam’ın Fıkıh ilminde diğer nıüctehidlere nazaran dehâ derecesinde başarılı olmasına sebep, onun halkı yakından tanıması olmuştur.

VI-Ebû Hanîfe’ye Övgü Söyleyenler:

İmam Şafiî şöyle demiştir.

“Ebû Hanîfe rahmetüllahi aleyh hazretlerinden daha fakîh bir âlim görmedim. Fakîh olmak isteyen kimse Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının söz ve kitaplarına müracaat etsin, onların sözlerini kabul edip ezberlesin. Zira bütün insanlar kıyas hususunda Ebû Hanîfe’nin ayalidir (çocuklarıdır).”

İmam Şafiî:

“İnsanlar kıyas ve istihsanda Ebû Hanîfe’nin ayalidir (çocuklarıdır).” Yani bu sözlerden maksadı, imam Âzam’ın fıkhın babası olduğunu anlatmaktadır.

Yine İmam Şafiî:

“Bütün insanlar fıkıhta Ebû Hanîfe’nin ayalidirler. İmam Âzam’ın kitaplarına bakmayan fıkhı anlayamaz ve bilemez, maksadına nail olamaz.”

İmam Mâlik’in de şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Ebû Hanife İslâm’da altmış bin mesele çıkarıp ortaya koymuştur.”

Hatîb-i Harezmî de aynı görüştedir. Sonra da şöyle demiştir: Eğer İmam Âzam bu meseleleri ortaya koyup ictihadda bulunmasaydı bütün insanlar sapıklıkta kalırdı.

İmam Ebû Bekir b. Atîk’in rivayetine göre ise, İmam Âzam İslâmda beş yüz bin mesele çıkarıp çözümlemiştir.

VII -Akaidde Mezhebi:

İmam Âzam’m inançtaki mezhebi kurucusu bulunduğu Ehl-i Sünnet vel-cemaat Mezhebidir.

İmam Âzam’a Ehl-i Sünnet inancının alâmetlerinden sorulunca şöyle cevap vermiştir.

1- Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’i diğer sahabîler üzerine üstün tutarız,

2- Hasan ile Hüseyin’e sevgi besleriz.

3- Hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırız.

4- Mestler üzerine mesh etmeyi caiz görürüz.

5- Kuvvet şurubu gayesiyle hurma suyundan yapılmış şiranın içilmesini caiz görürüz.

6- Günahı sebebiyle hiçbir mü’mine kâfir demeyiz.

7- Allah’ın sıfatları hakkında konuşmayız.

8- Allah’ın sıfatlarının tevkifi olduğuna inanırız. Yani üzerinde tartışmayız.

9- Bütün sahabîler hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyiz.

10- Sahabenin en üstünü Hz. Ebû Bekir, sonra Hz. Ömer, son­ra, Hz. Ozman, sonra Hz. Ali, sonra Aşere-i mübeşşere, sonra Bedir ehli, sonra Uhud savaşına katılanlar, sonra Hudeybiye bulunanlar, sonra Bey’atür Rıdvan’da bulunanlar, sonra Aka­be biatında bulunanlardır.

VIII -Hazır Cevaplığı:

Muhammed b. Mukatil’den nakledildiğine göre bir kimse İmam Azam’a şöyle bir soru sordu:

“Şu kimse hakkında ne dersiniz: Al­lah’tan korkmaz, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rükû ve secdesiz namaz kılar, görmediği şeye inanır, Hakk’a buğz eder, fitneye sevgi besler..” İmam Âzam’ın meclisinde bulunan arkadaşları bu soruya cevap veremediler. Bu kimsenin durumu müşkildir, dediler. İmam Âzam Hazretleri ise bu soruya karşılık şöyle cevap verdi:

“Bu öyle bir kimsedir ki, (Al­lah’tan korkmaz, cehennemden korkmaz) Allah’ın rızasını ister. Cennet iste­mez. Allahtan korkup Cehennem ateşinden korkmaz. (rükû ve secdesiz namaz kılar) Rükû ve secdesiz olan cenaze namazı kılar. (görmediği şeye inanır) Allah Teâlâ’yı görmediği halde birli­ğine iman ve şehadet eder. (Hakk’a buğz eder) Ölümün hak olduğuna inanır, fakat onu sevmez. (fitneye sevgi besler) Mal ve evlad fitnedir, fakat bunları sever. (ölü eti yer) Müslüman kardeşi­ni dedikodu ettiği için ölü eti yemiş olur.” Bu cevap karşısında soru soran kişi kalkıp İmam’ın elini öptü ve şahitlik ederim ki, sen ilmin hazinesisin, dedi.

Yine rivayet olunduğuna göre, Bağdat’a Rum diyarından bir Dehri gelip insanların inançlarını sarsmak için ilim adamları ile mü­nazaralara girişiyormuş. Bütün Bağdat âlimleri bu kişinin karşısında aciz kalıp sorularına cevap verememişler. Yalnız görüşmediği âlim İmam Hammad kalmıştı. İmam Hammad ise, ben de gidip münazarada cevap veremeyip aciz kalırsam cahiller arasında İslâm inancı sarsılır korkusuyla münazara etmekten çekinmiş. İmam Hammad bu düşünce ile muzdarip halde uykuya dalmış. Gece rüyasında gör­müş ki; bir hınzır gelmiş bir ağacın dallarını ve gövdesini yemiş, sa­dece kökleri kalmış. Bu esnada o civarda bir arslan yavrusu çıkarak o domuzu parçalayıp öldürmüş. İmam Hammad, korku içinde uy­kudan uyanmış, kederli bir durumda düşünmeye başlamış. İmam Âzam Hazretleri o zaman on üç yaşındaymış. Hocası Hammad’ı üzgün görünce sebebini sormuş. İmam Hammad ona rüyasını anlatmış. Bunun üzerine İmam Âzam rüyasını şöyle tevil etmiş:

“O gördüğünüz ağaç ilimdir. Dalları diğer âlimlerdir. Kökü zat-ı âlinizdir. Arslan yavrusu ise benim, inşallah o domuzu ben öldürece­ğim” dedikten sonra hocası Hammad ile beraber camiye gittiler. O sırada dehrî gelip minbere çıktı ve münazaraya başlayarak karşısı­na çıkacak birini istedi. Bunun üzerine Ebû Hanîfe karşısına dikil­di. Dehrî yaşının küçüklüğüne bakarak onu küçümsedi. İmam Azam: “Ne sormak istiyorsan sor” dedi. Bunun üzerine dehrî İmam Âzâm’a şöyle sordu:

“Başlangıcı ve sonu olmayan bir varlığın bulunması mümkün müdür? dedi. İmam Âzam tereddütsüz:

“Sen sayı bilir misin?” dedi. Dehri de :

“Evet, bilirim, dedi.” İmam Âzam:

“Bir sayısından önce bir sayı var mıdır?” dedi. Dehri:

“Bir sayıların evvelidir, ondan önce sayı yoktur,” cevabını verdi. Bu sözü karşısında İmam şöyle dedi:

“Bir sayısından evvel sayı olmaz da bir olan Allah’tan önce nasıl başka bir varlık bulunabilir?”

Bunun üzerine Dehri ikinci sorusunu sormaya devam etti:

“Allah Teâlâ ne tarafa yönelmiştir?” Bu soruya karşılık İmam Âzam:

“Bir mum yakınca onun ışığı ne tarafa yönelir?” dedi. Dehri:

“Her tarafa yayılır” cevabını verdi. Buna karşılık İmam Âzam:

“Mecazî nur olan bir mumun ışığı her tarafı kaplar da göklerin ve yerin nuru olan Allah Teâlâ her tarafı kaplamaz mı? Bunun doğ­ruluğu güneşten daha açıktır.” dedi.

Dehrî üçüncü sorusunu şöyle sordu:

“Var olan her şeyin bir me­kâna ihtiyacı vardır. Buna göre Allah nerededir?” Bunun üzerine İmam Âzam bir kâse içinde süt getirerek:

“Bu sütün içinde yağ var mıdır?” diye sordu. Dehrî:

“Evet, vardır.” cevabını verince İmam Âzam:

“Yağ bu sütün neresindedir?” diye sordu. Dehrî:

“Süt içindeki yağın belli bir yeri yoktur, sütün her tarafında yağ vardır.” dedi. Dehrinin bu cevabı karşısında İmam Âzam:

“Fâni ve zail olan bir varlığın belli bir mekânı olmuyor da Allah Teâlâ için nasıl bir mekân tasavvur edilebilir? Allah Teâlâ vardır ve O’nun varlığı her yeri kaplamıştır.” dedi.

Bundan sonra dehri dördüncü sorusunu şöyle sordu:

“Rabbin şimdi ne iş ile meşguldür?” İmam Âzam:

“Sen birkaç soru sordun, ben ise cevap verdim. Soru soranın yüksekte, cevap verenin aşağıda olması yakışmaz. Sen in de minbere ben çıkayım.” dedi. Bu söz üzerine dehri minberden aşağıya inip ye­rine İmam Âzam minbere çıktı ve:

“Benim Rabbim, senin gibi bir kâfiri minber üzerinde lâyık gör­meyip aşağıya indirmekte ve benim gibi bir Tevhid ehlini minber üzerine çıkarmaktadır.” cevabını verince dehrî cevap veremez du­ruma geldi ve pes dedi. İşte o zaman dehriyi yakalayıp öldürdüler ve İmam Hammad’ın gördüğü o rüya gerçekleşmiş oldu.

İmam Âzam’ın zekâsının üstünlüğüne delâlet eden olaylardan biri de şudur: Hasan b. Ziyad’ın naklettiğine göre, bir kimse bir yer­de bir miktar para defnedip sonradan bu malı nerede gömdüğünü unutmuş. Bunu nasıl bulacağını İmam Âzam Hazretlerinden sorun­ca,

“Gece sabaha kadar namaz kıl, inşallah bulursun.” demiş. Bu tavsiye üzerine o kişi gece namaz kılmaya başlamış ve gecenin dörtte biri olunca parasını nereye gömdüğünü hatırlamış. İmam Âzam’dan bunun hikmetini sormuşlar. O da:

“Şeytan aleyhillâne gece sabaha kadar namaz kılmaya rıza göstermez, onu mut­laka bu işten meneder. Bu sebeple hatırına getirir.” demiş.

Yine cimri biri, paraını bir yerde gömmüş, fakat bir müddet sonra gidince bu parayı yerinde bulamamış, çıkarıp almışlar. Hasis bir kimse olduğu için buna fazla üzülmüş ve nerede ise ölecek duru­ma gelmiş. Bazı dostlarının tavsiyesiyle İmam Âzam Hazretlerine müracaat edip bir çare bulmasını rica etmişler. Bunun üzerine İmam Âzam Hazretleri:

“Bana yerini gösterin.” demiş ve göstermişler. İmam Âzam başka bir vakitte o yere gelip burada bazı kimselerin mantar topladıklarını görmüş. Yanlarına yaklaşıp bunlardan birine:

“Siz burada her zaman mantar toplar mısınız?” diye sormuş. Adam da:

“Evet, her zaman toplarız” cevabını vermiş. İmam Âzam:

“Hepiniz birlikte toplayıp sonra taksim mi edersiniz?” diye soru sorunca:

“Ha­yır, herbirimiz ayrı ayrı kendi hesabımıza toplarız” demiş. İmam Âzam tekrar sormuş:

“Hepiniz buradan beraber mi ayrılırsınız?” Adam cevap vermiş:

“Hepimiz beraber gideriz, fakat şu adam her zaman ge­ri kalıp bizden sonra gider.” demiş. Bunun üzerine İmam Âzam bir kenarda oturup dağılmalarını beklemiş. Herkes gidip sadece o kim­se kalmış. Bu sırada İmam, o zatın yanına yaklaşıp:

“Bu yerde bir adam bir miktar para gömmüş, bu parayı sen çıkarıp almışsın, hem aldığını görmüşler ve şahidlik ediyorlar. Başkaları duymadan har­cadığın sana kalsın sahibi onu bağışlar, gerisini ver.” demiş. Adam bu söz karşısında korkup aldığı parayı getirip İmam Azam’a teslim etmiş. O da sahibine vermiş. Bu olayın sırrını açıklarken İmam Âzam Hazretleri şöyle diyor:

“Görmüşler” sözümden maksadım Allah Teâlâ’dır. Çünkü Allah Teâlâ kullarının yaptığı bütün işleri görür.”

IX-Keremi, Ahlâkı, Zühd ve Takvası:

Yezîd b. Harun’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: İmam Âzam gibi takva sahibi olmadıkça bir kimseye fetva vermek helâl ol­maz. Çünkü İmam’dan daha âlim, daha zahid ve daha takva bir kimse görmedim. Bir zamanlar İmam Âzam’ın, bir evin civarında güneşin sıcağı altında beklediğini gördüm. Kendisine:

“Niçin duvarın gölgesi­ne girmeyip güneşin sıcağı altında duruyorsun? diye sorunca:

“Bu evin sahibinde bir miktar alacağım vardır, eğer evin gölgesinde göl­gelenirsem bir menfaat elde ettiğim düşünülebilir korku­suyla gölgelenmiyorum, çünkü bunun faiz olmasından korkuyorum.” cevabını verdi.

Yine rivayet edilir ki İmam Âzam bir meselede zorlukla karşı­laşıp çözemezse tevbe ve istiğfar edip, bir günah işlemişim ki bu durum beni zorladı, der ve kalkıp iki rekât namaz kıldıktan sonra o mesele kendisine keşfolur ve böylece o müşkil ortadan kalkardı. Fadl b. Iyaz, İmam Âzam’ın bu durumunu duyunca ağlamış ve şöyle demiştir: Bu durum onun günahının azlığındandır. Çünkü herkese böyle bir inkişaf olmaz.

Yine rivayet edilir ki İmam Âzam ticaretle geçinir ve ticari iş­lerini ortakları yürütürdü. Ortaklarından birinin satışında şüphesi bulunduğu ve sattığı mallar arasında bir tanesi sakat bulunduğu için (30.000) akçelik kârını fukaraya sadaka olarak dağıtmıştır.

Yine rivayet edilir ki, Kufe etrafındaki arapları yağma etmişler ve bunlara ait koyunları çarşı pazarda satmışlardır. Bunun üzerine İmam Âzam Hazretleri bir koyunun ömrünü sormuş, ancak yedi sene yaşar, demişler. Bundan sonra İmam Âzam bu koyunlardan birine rastlarım korkusuyla yedi sene et yememiştir.

İmam Âzam Hazretlerinin bitişik bir komşusu vardı ki içkiye müptelâ olup gece evine sarhoş olarak gelir ve gece yarısına kadar çalgı çalıp şarkı söylerdi. İmam Âzam bu içki müp­telâsı komşusunun eziyetine sabr ve tahammül gösterir, komşuluk hakkına riayet etmek için kendisine bir uyarıda bulunmazdı. Bir ge­ce bu komşusunun sesi sadası kesilmiş. Bunun üzerine İmam Âzam Hazretleri; acaba hasta mı oldu yahut bir kazaya mı uğradı, diye­rek derhal evine gitti ve hanımına, “her gece komşumuzun çalgı ve şarkı seslerine alışmıştık; bu gece ise sesi sadası kesildi. Acaba hasta mıdır yahut başına bir iş mi geldi” diye sormaya geldim, deyince ha­nımı mahcup bir eda ile:

“Yâ İmam bu gece meyhaneden gelirken po­lislere rastlamış ve sarhoş olduğu için kendini yakalayıp hapsetmiş­ler,” dedi. Bunun üzerine İmam Âzam o şehrin valisine kadar gitti. Vali, İmam’ı görünce karşılayıp saygı ve ikramdan sonra ziyaret se­bebini sormuş. O da durumu anlatmış ve hapsedilen bu komşusu­nun serbest bırakılmasını istediğini belirtmiş. Vali bu ricası üzerine derhal o komşuyu hapisten çıkarıp kendisine teslim etmiş. Beraber dışarıya çıktıklarında bu komşusuna karşı gayet nazik davranarak, senin çalgının sesine alışmıştık, bu gece sesin ve sadan çıkmadı, ço­luk çocuğunun nafakasını soramadık, bir yardımda bulunamadık, deyip çok miktarda para verdikten sonra meyhanecide ne kadar bor­cun varsa ben ödeyeyim, deyince adam İmam Âzam’ın bu nazik muamelesinden son derece mahcup kalarak hemen o anda tevbe ve is­tiğfar edip İmam Âzam’m ders halkasına devam etti ve kısa zaman­da ilim tahsilini tamamlayıp fakihlerden biri oldu.

Yine rivayet edilir ki, İmam Âzam Hazretleri kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazını kılmış.

Ve yine rivayet edilir ki: her ayda altmış hatim indirir, bir hatm-i şerif gece, bir hatim-i şerif de gün­düz indirirdi.

İmam Âzam Hazretleri zengin olduğu halde kendi ifadesine gö­re, dörtbin dirhemden fazla parayı elinde tutmamış, bu kadarını çoluk çocuğunun nafakası için saklarmış, gerisini fukaraya, talebele­rine ve Mekke ile Medine’de bulunan Fakîhlerin nafakalarına yar­dım için harcardı.

İmam Âzam Hazretleri hocasına o derece saygılı idi ki, vefatın­dan itibaren her namazın peşinde hocası İmam Hammad için, anası babası, diğer hocaları ve kendisinden ilim öğrenen talebeleri için du­ada bulunurdu. Hocasına karşı saygısından ötürü, yatağında bile ayak­larını hocasının evine doğru uzatmamıştır.

X-Kadılıktan Kaçınması:

Hidâye sahibi Mergînanî’nin naklettiğine göre Halife Mansur, kadı nasbetmek için dönemin hocalarını huzuruna çağırmış.

İmam Âzam Hazretleri, “ben hile yapıp kurtulurum” dedi. İmam Sevrî, “ben kaçarım” de­di. İmam Mis’ar, “ben de deli numarası yaparım” dedi. Şerik ise “za­ten beni kadı yapmak istemez” diyerek yola çıktılar.

Devlet sarayına giderken nehrin kenarında bir gemi gidiyormuş. İmam Sevrî kap­tana yalvararak, “beni bir kimse boğazlamak istiyor, beni gemine koyup kurtar” dedi. Kaptan da onu alıp gizledi. Bu şekilde Bağdat’tan firar etti. Diğerleri halifenin huzuruna vardılar.

Mis’ar, ha­lifeye; “davarların nasıl, çoluk çocuk nasıl” diyerek uygunsuz sözler sarfedince onu meclisten dışarıya attılar.

İmam Âzam Hazretleri ise, “ben elbise tüccarıyım, beni kabul etmezler. Kûfeliler, Kureyş ve Ansar-ı Araptandır, ben ise köle neslindenim” dedi. Onu da dışarıya at­tılar.

Şerik, “benim görme kuvvetim zayıftır, mührün yazılarını dahi fark edemem” diyerek mazeret belirtince Halîfe, “ben senin yanına bir kimseyi yardımcı tâyin ederim, o sana yardım eder” dedi. Bu sefer Şerîk, “benim hafızam zayıftır” dedi. Buna karşılık, “sana bal ile badem yediririm düzelirsin” cevabını verdi. Bununla da mazeretini kabul ettiremeyince; “benim kadınlar taifesine fazla meylim vardır” dedi. Halife; “ben sana çok maaş veririm, onunla cariyeler satın alırsın” dedi. Bu şekilde ne dedi ise kendini kadılık makamına nasbedilmekten kurtaramayınca, “Şeriat nazarında yakın uzak, küçük büyük ayırt etmem, herkese eşit bir şekilde Şeriatın hükümlerini tatbik ede­rim” deyince Halife; “ben de olsam, başkası üzerine üstün tutma” deyin­ce kaçınılmaz bir şekilde kadılık görevini kabul etti. Fakat vazifeye başladıktan bir müddet sonra halifenin kölelerinden biri bir gün bir dâva dolayısıyla kadının karşısına gelip diğerlerinden öne geç­mek isteyince Kadı Şerik buna rıza göstermeyip, ikiniz de şeriat na­zarında birsiniz, dedi. Bunun üzerine Halife, Şerîki bu görevden uzak­laştırdı.

XI-Hapsedilmesi ve Vefatı:

Şerik’in azledilmesinden sonra halife Mansur tekrar İmam Âzam’ı huzuruna çağırdı, ve kadı olmasını teklif etti. Fakat İmam Âzam yine bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine halife Mansur kı­zarak İmam Âzam’ı hapsedeceğine ve döğdüreceğine yemin etti. Ve memurlarına emir verip her gün on kamçı vurdurdu. Birkaç gün bu şekilde döğülüp hapsedildikten sonra İmam Âzam Hazretleri şiddetli acı çekerek ağlamaya başladı ve aradan çok zaman geçmeden Allah’ın rahmetine ka­vuştu. Bâzıları dövmekten, bâzıları zehirlenmekten vefat ettiğini söylemektedirler. Bu iki rivayeti birleştirmek de mümkündür. Zindanda her gün on kamçı vurup sonra zehir içirdiler…

Allah kendisine gani ga­ni rahmet eylesin ve açtığı çığırı kıyamete dek devam ettirsin. Ve­fatlarında yaşı 70’i bulmuştu. Hicri 150 senesinde Allah’ın rahmetine kavuşmuştur.