Fıkhı Ekber Notları 2

İman Esasları

İmam Âzam Ebû Hanîfe “Fıkh-ı Ekber” adlı kitabına şu sözleri ile başlamıştır:

اصل التوحيد وما يصح الاعتقاد عليه: يجب أن يقول آمنت باللّه وملائكته وكتبه ورسله والبعث بعد الموت والقدر خيره وشره من اللّه تعالى، والحساب والميزان الجنة والنار حق كله.

(Tevhidin aslı ve itikadın/inanışın sağlam olması için mükellefin şunları söylemesi farzdır: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygam­berlerine, öldükten sonra dirilmeğe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna, hesaba, mizana, cennete, cehenneme bunların hepsinin gerçek olduğuna inandım.)

 Allah’a İman:

Ebû Hanîfe şöyle demiştir: “Allah’ın en büyük ismi Al­lah Lâfza-i Celâlidir.” Ariflerin ekserisi de bu görüştedir. Öyle ki onlara göre, Allah lâfzı ile zikir yapan kimsenin bulunduğu makamdan daha yüksek bir makam yoktur.

Tevhidin Esasları:

Bu konu, gerçek Tevhîd inancını en doğru bir şekilde öğrenme konusudur. Kelâmcılardan bir topluluk Allah’ın birliğini ispat husu­sunda kendisi İmam Âzam ile konuşarak bahse girmek istediler. İmam Âzam onlara şöyle dedi:

“Konuşmaya başlamadan önce bu konuda vuku bulmuş bir olay hakkında bana cevap verin. Dicle’de bir gemi kendi kendine limana gidiyor, kendi kendine doluyor, yiyecek giyecek ve benzeri eşya yükleniyor, kendi kendine dönüyor, demir atıyor; kendi kendine boşa­lıyor ve tekrar geri dönüyor, böylece çalışmasına kaptansız, tayfasız olarak devam ediyor. Bu olaya ne dersiniz? dedi. Onlar dediler ki; bu mümkün değildir, asla olamaz. Buna karşılık İmam Âzam da şöyle dedi: Bu geminin böylece kendi kendine idaresi mümkün ola­mazsa ya bu âlem nasıl kendi kendine idare edilir?”

Bu manada İbrahim el-Havas ne güzel söylemiştir:

“Sana giden hak yol açıktır.

Seni bulmak isteyen delil istemez.”

Bir başkası da bu manada şöyle demiştir:

“Sen apaçıksın, kimseye gizli değilsin,

Kör olan kimse ancak ayı göremez.”

Eb’ul-Atâhiye de aşağıdaki şiirinde ne güzel söylemiştir:

فَيا عَجَباً كَيفَ يُعصى الإِلَهُ       أَم كَيفَ يَجحَدُهُ الجاحِدُ

وَفي كُلِّ شَيءٍ لَهُ آيَةٌ         تَدُلُّ عَلى أَنَّهُ واحِدُ

وَلِلَّهِ في كُلِّ تَحريكَةٍ           وَتَسكينَةٍ أَبَداً شاهِدُ

Çok acayip! Allah’a nasıl isyan edilir?  Yahut Allah nasıl inkâr edilir?

Her şeyde Allah’ın birliğine delâlet eden, Bir işaret vardır.

Her harekette ve her duruşta, hep Allah için bir şahit vardır.”

Ben derim ki; Yüce Allah’ın Fatiha sûresinde sözüne “El-Hamdü lillâhi rabbil-âlemîn” ile başlaması uluhiyetin tevhidi için rububiyetin tevhidinin gerekliliğine işaret eder. Yâni Allah Teâlâ, bütün âlemlerin terbiyeci ve idarecisi olan Allah’tır. Allah’ın birliği, onun idare ve terbiyesinde de bir olmasını, eşsizliğini gerektirir. Halkın ulûhiyeti birlemesi, kulluğun gerçekleşmesini icab ettirir. Bu da Allah’ı tanımak için ilk önce kul üzerine lâzım olan şeydir.

Tevhidin Çeşitleri:

Kulluğun tevhidi, rububiyetin tevhidini netice verir. Rububiyetin tevhidinden uluhiyetin tevhidi doğmayabilir.

Çünkü Cenabı Allah Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

“Onlara: gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorarsan, elbette Allah yarattı, derler.” [1][21]

مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ

“Biz o putlara, yalnız bizi Allah’a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz.” [2][22]

Kur’an-ı Kerîm’in surelerinin çoğu tevhidin bu iki çe­şidini anlatır. Hatta Kur’an başından sonuna kadar bu iki tevhid çeşidinin açıklaması hakkındadır denebilir.

Kur’an-ı Kerîm ya Allah’ın zatın­dan, isimlerinden, sıfatlarından ve işlerinden haber verir ki buna Tevhid-i İlmi-i haberi denir.

Ya şeriki olmayan yalnız Allah’a ibadet, etmeye ve O’ndan başka ibadet edilen putları terketmeye çağırır ki buna Tevhd-i İradî-i Talebi denilir.

Ya emir ve yasaklardan, Allah’a itaatin lüzumundan bahs eder ki, bunlar da Tevhid ile ilgili olup onun tamamlayıcısıdırlar.

Ya Tevhid ehline ikramdan, dünyada bun­lara yapılanlardan, âhiretteki ikramlardan haber verir ki, bu da Al­lah’ı birlemenin mükâfatıdır.

Ya da Allah’a eş koşanların durumla­rından, dünyada kendilerine yapılan azaptan, felâketlerden, âhirette kendilerine inecek olan azaptan, zincir ve bukağılardan haber ve­rir ki bu da Tevhidin hükmünden dışarı çıkanların cezasıdır.

Tevhid’den Bahseden Âyetler

Kur’an’ın bütünü Tevhid’den, tevhid ehlinin haklarından, onla­rın medhinden, Allah’a eş koşmayı kötülemekten, Allah’a eş koşan­ların isyanından ve müstahak bulundukları cezalardan bahseder.

Mesela Fatiha suresi baştan aşağıya tevhiddir.

Kur’an gibi Sünnet de Kur’an’ın delâlet ettiği hususları açıkla­yıcı olarak gelir. Rabbimiz olan Allah Teâlâ, tevhid konusunda bizi falancanın görüşüne ve filancanın zevkine muhtaç kılmamıştır. Bu sebeple tevhid konusunda Kitap ve Sünnet’e muhalefet edenlerin ih­tilâfa düştüklerini, birbirleri ile çarpıştıklarını görüyoruz. Halbuki Cenabı Hak Kur’an-ı Kerîmde:

“Bugün size dininizi tamamladım ve İslâm’ı sizin için din olarak seçtim.” [3][23] Buyuruyor. Bu sebeple dinin tamamlanmasında Kitap ve Sünnet’in dışında bir şeye ihtiyacımız yoktur. Nitekim Cenabı Allah başka bir âyette şöyle buyuruyor:

اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟ ﴿٥١﴾

Kendilerine okunan bu kitabı sana göndermiş olmamız onlara yetmiyor mu? Elbette inanan bir topluluk için onda rahmet ve ibret vardır. ((Ankebut 51)

وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ ﴿٧﴾

Hz. Peygamber size ne vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan kaçının. Allah’a karşı saygısızlık etmekten sakının. Kuşkusuz Allah cezalandırmada çok çetindir. ( (Haşr 7)

Tahâvî akaidinde şöyle demiştir:

“Tevhid konusuna kendi kendimize tasavvur ederek ve akli görüşlerimizle te’vil ederek giremeyiz… Zira dinin esası hakkında Allah’ın kurtardığından başkası selâmet bulmaz.”

İmam Âzam, söze başlarken işe Allah’ın varlığı bahsi ile girmedi. Çünkü Allah’ın varlığı gözle görünür gibi apaçıktır. Kur’an-ı Kerim’de Cenabı Hak şöyle buyuruyor;

قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ ﴿١٠﴾

Peygamberleri, “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında bir şüphe mi var? O, günahlarınızı bağışlamak için size bir çağrıda bulunuyor ve size belli vakte kadar da süre veriyor” dediler. Onlar, “Siz de bizim gibi sadece insansınız; bizi atalarımızın tapmış olduğu tanrılardan uzaklaştırmak istiyorsunuz. O halde bize, açık bir delil getirin!” diye cevap verdiler. . (Haşr,10)

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٥﴾

Onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, mutlaka “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Bütün övgüler Allah’a mahsustur”; ama onların çoğu bilmez. (Lokman 25)

Allah’ın varlığı halkın yaratılışında sabittir. Nitekim Cenabı Hak bu noktaya şu Âyet-i Kerime ile işaret buyuruyor:

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفاًۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ ﴿٣٠﴾

O halde sen hanîf (gerçek bir müslüman) olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.  (Rum 30)

Hz. Peygamber’in: “Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine do­ğar.” [4][30] hadis-i şerifi de buna işaret eder.

روى البخاري في صحيحه عن رسول الله صلى الله عليه وسلم أنه قال(مَا مِنْ مَوْلُودٍ إِلاَّ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ، فَأَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ أَوْ يُنَصِّرَانِهِ أَوْ يُمَجِّسَانِهِ)، هذا الحديث النبوي يشهد على صدق النبي الأعظم صلى الله عليه وسلم، ولكن كيف؟

Din binasının temeli olan Tevhid ilmi, uyulması icabeden bilgiler yönünden ilimlerin en şereflisidir. Ancak Kitap, Sünnet ve İcmâ-i Ümmet mefhumlarından dışarıya çıkmamak şartıyla.

Tirmizî ve diğer Sünen kitap­larında rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallellahu aleyhi ve­sellem şöyle buyurdu:

“İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Benim Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların hepsi cehennemdedir. Bir tanesi müstesna.. Ashabı, “Onlar kimlerdir yâ Rasûlellah!” diye sorun­ca Hz. Peygamber: Ben ve ashabımın yolunda bulunanlardır,” buyur­du.[5][2]

Ahmed b. Hanbel ve Ebû Davud’un Hz. Muaviye’den rivayet et­tiklerine göre ise şöyle denilmektedir: “Yetmiş iki fırka, cehennemde, bir fırka ise cennettedir. Onlar da Ümmet’in çoğunluğunu teşkil eden topluluktur.” Bu anlamda Hz. Peygamber’den rivayet edilen bir hadis-i şerife göre; “Ümmet-i Muhammed sapık yolda toplanmaz.” Başka bir rivayete göre ise Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem şöyle bu­yuruyor: “Benim Ümmetim sapıklık üzerinde ittifak etmez.”[6][3]

İbn-i Abbas (r.a.) da şöyle buyurmuştur: “Cenabı Allah Kur’an-ı Kerim’i okuyup manası ile amel edenlerin dünyada sapıklığa uğramayacağı âhirette de zahmet ve sıkıntı çekmeyeceğini taahhüt etmiştir.” Bu sözü söyledikten sonra İbn-i Abbas hazretleri delil olarak şu âyet-i kerîmeyi okudu:

فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى

“Kim benim hidayetime uyarsa dünyada sapmaz, âhirette de zah­met çekmez”.[7][5]

Şâir bir şiirinde bu konuda şöyle diyor;

كُلُّ الْعُلُومِ سِوَى الْقُرْآنِ مَشْغَلَةٌ  إِلَّا الْحَدِيثَ وَإِلَّا الْفِقْهَ فِي الدِّينِ

الْعِلْمُ مَا كَانَ فِيهِ قَالَ: حَدَّثَنَا     وَمَا سِوَى ذَاكَ وَسْوَاسُ الشَّيَاطِينِ

Kur’an’dan başka bütün ilimler, bir meşgaleden ibarettir,

Hadis ilmi ile dinde fıkıh (sahibi olmak) müstesna.

İlm, “Kale” ve “Haddesenâ” sözleri ile başlayan bilgidir(Hadis ilmidir).

Bunlardan başkası ancak şeytan vesvesesidir. [8][6]

Başka bir şair şöyle demiş:

أَيُّهَا الْمُغْتَدِي لِيَطْلُبَ عِلْمًا      كُلُّ عِلْمٍ عَبْدٌ لِعِلْمِ الرَّسُولِ

تَطْلُبُ الْفَرْعَ كَيْ تُصَحِّحَ أَصْلًا   كَيْفَ أَغْفَلْتَ عِلْمَ أَصْلِ الْأُصُولِ؟!

“Ey ilim elde etmek için yola çıkan kişi! Bütün ilimler Hz. Peygamber’in ilminin kölesidir.

Esası düzeltmek için bir ilim istiyorsan, Asılların aslını öğrenmekten nasıl gafil oluyorsun?

İmam Ahmed b. Hanbel demiştir ki: “Bir kimse (kelâm esnasında) hasmını utandırmak isterse tekfir edilir/kafir kabul edilir.” demiştir. Fakat bana (Aliyyül Kâri) göre, “kâfir ol­maz, küfür üzerinde bulunmasından korkulur.”

Şeytan bir kimsenin imanını yok etmek iste­yince batıl inançları kalbine sokmaya çalışır.

Fahreddin er-Râzi şu şiirleri kaydetmiştir:

نهاية إقدام العقول عقال                  وغاية سعي العالمين ضلال

وأرواحنا في وحشة من جسومنا                  وحاصل دنيانا أذى ووبال

ولم نستفد من بحثنا طول عمرنا                  سوى أن جمعنا فيه قيل وقالوا

فكم قد رأينا في رجال ودولة             فبادوا جميعاً مسرعين وزالوا

Akılların sahası sınırlıdır. Akılla uğraşan âlimlerin sonu sapıklıktır.

Ruhlarımız, cesetlerimizden ürkmektedir. Dünyamızın neticesi eziyet ve vebaldir.

Ömrümüz boyunca araştırmalarımızdan hiç istifade etmedik. Araştırmalarımızda ancak dedikodu topladık.

Onca kişi ve devlet gördük. Hepsi de yok olmaya koştular.

Eb’ul-Maâlî vefat eder­ken şöyle diyor: Çok büyük denizlere daldım. İslâm âlimlerinden ve ilimlerinden boş kaldım, onların beni menettikleri sahaya gir­dim. Eğer Cenabı Allah rahmetiyle kurtarmazsa, İbn-i Cüveyni’nin vay haline! İşte ben ölüyorum. Şimdi anamın itikadı (Nişaburlu kocakarıların itikadları) üzerinde ölü­yorum.

Fıkıhta Akılcılık

Fıkıhta ve Şeriat hususunda rey ile ve mücerred akıl ile hü­küm vermek bid’at ve sapıklıktır. Tevhid ve sıfat ilminde yalnız akıl ile hükmetmek ise daha büyük bir bid’at ve sapıklıktır.

Fahr’ul-İslam Ali El-Pezdevi “Usûl-i Fıkıh” adlı kitabında şöyle diyor: “Şeriatta aklın Mûcib olması (bir şeyin yapılması yahut yapıl­mamasını gerekli kılması) hakkında bir delil mevcut değildir. Dolayısıyla aklın mûcib kabul edilmesi caiz değildir. (Kısacası: Akıl edille-i şer’iyyeden birisi değildir.)

Şeriata dayanmayan bir illet makbul ve caiz değildir. Kulun bu konulara girmeye hakkı yoktur. Çünkü bu, ortaklığa yani şirke sevkeder. Bir delile dayanmadan kim aklı mûcib kılarsa, kulluk sınırını aşarak inatçılıkla şeriatın sınırına girmiş olur. (Özetle: Şeriat konusunda aklı delil kılanlar gizli şirke düşer.)

وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

“Âyetlerimiz hakkında yanlış tevillerle söz edenleri gördüğün zaman kendilerinden yüz çevir, yanlarında oturma; tâ ki Kur’an’dan başka bir söze dalalar. Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.” [9][16]

Bazen küfür, bazen fasıklık, bazen isyan, bazen hata derecesine varan bâtıl te’viler ve tahrifler, Kur’an’ın mânâsında ileri gitmek, yanlış te’villerde bulun­mak bu mânânın içine giriyor. Bu konuda hata affedilmez. Dinin furuna taallûk eden meselelerde durum böyle değildir. Furu ile ilgili meselelerde hata vâki olsa günah yoktur, tam tersine bu sefer hata yapan için de bir sevap vardır.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْـي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلاً مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۢ يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يراً وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يراًۜ وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ

“Muhakkak ki Cenabı Allah sivrisinek ve daha büyüğü ile misal vermeyi terketmez. Artık iman edenler, bu misalin Rablerinden ge­len bir hakikat olduğunu bilirler. Kâfirler ise: “Allah bu misal ile ne­yi murad etmiştir?” derler. Cenabı Allah, o misal sebebiyle çoklarını saptırır, yine o misal ile birçoklarını doğru yola hidayet eder. Onunla ancak fasıkları saptırır.” [10][17]

 وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَاراً

“Biz Kur’an’dan müminler için şifa ve rahmet olan âyetleri in­dirmekteyiz. Zalimlerin ise Kur’an ancak sapıklığını artırır.” [11][18]

Bir hadîs-î şerifte ise şöyle buyuruluyor.

“Kur’an, lehinde yahut aleyhinde sana bir delildir?”

Bütün müslümanlara vacip olan, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vesellem’e uymaktır.

فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً

«Rabbin hakkı için, onlar, aralarında çekişme konusu olan hu­suslarda seni hakem yapıp verdiğin hükümden, nefisleri hiçbir dar­lık çekmeden tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” [12][19]

Her kim dine ait herhangi bir işte Hz. Peygamber sallelllahu aley­hi vesellem’den sadır olmayan bir hüküm vermek ister ve bu hükmün güzel olduğunu, Peygamberin getirdiği ile ona muha­lif düşen aklî meseleleri birleştireceğini zannederse, onun sapıklık­tan nasibi vardır.

 Bütün peygamberler tevhid inancını açıklamak için gönderilmişlerdir. Bu sebepten “Lâ ilahe illellah” kelimesi üzerinde sözleri birleşmektedir.

Peygamberler, kendi ümmetlerine, Allah’ın var olduğunu söyle­mekle emredilmemişlerdir. Allah’tan başkasına ibadet edilemiyeceğini açıklamayı kasdetmişlerdir.

“Bu putlar, Allah katında bi­zim şefaatçılarımızdır. Biz onlara yalnız bizi Allah’a yaklaştırmaları için tapıyoruz.”

Bazıları da olayların bir kısmını Al­lah’tan başkasına nisbet ederek şirke düşmüşlerdir. Mecûsiler kötülük­leri İhremen’in (Şeytan’ın) karanlığına, hay­rı da Rahman’ın nuruna nisbet ederler.

Puta tapanlardan bazıları da bazı eserleri putlara nisbet ederler.

Sâbiîler ve bâzı müneccimler de kendilerine ışık tuttuğu için bâ­zı olayları yıldızlara nisbet ederler…

Âlem, hâdistir, yâni yoktan var edilmiştir. Onun kıdem sıfatı ile vasıflanan bir yaratıcıya ihtiyacı vardır. O yaratıcı da Ce­nabı Allah’tır. Cenabı Allah’ın şu âyeti de bu noktaya işaret edi­yor:

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ ﴿٦٢﴾

“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şey üzerine vekildir.”(Zümer 62) [13][34]

Varlığı kendinden olanın yok olması düşünülemez. Öyle ise Cenabı Allah kadîmdir, yani varlığının evveli yoktur. Bakîdir, varlığının sonu yoktur.

Yukarıda geçmiş imanın şartlarından olan “Allah’a inandım sözü, imanda söz ile ikrar etmeye itibar edildiğine işaret vardır. An­cak ikrar bazı zamanlarda düşer yahut ikrar imanın hükümlerini icra etmek için şarttır. İmam Âzam İmam Mâtürîdi İmam Eşari bu görüştedir.

Meleklere Îman :

Allah’ın meleklerine şöyle inanırız: Allah’ın emrine karşı gel­mezler, emrini yerine getirirler. Melekler günah işlemekten korun­muşturlar, erkeklik ve dişilikleri yoktur.

Cenabı Allah Kur’an-ı Kerîmde melekleri dişilikle vasıflayarak Allah’ın kızlarıdır, diyenleri reddediyor; şöyle buyuruyor: .

وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثاًۜ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ ﴿١٩﴾

“Onlar, Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların (yalan) şahitlikleri yazılacak ve sorgulanacaklardır. ((Zuhruf, 19)

“Yoksa Allah kızları oğullara tercih mi etmiş? Ne oluyor size, nasıl böyle hüküm veriyorsunuz.” [14][39]

Melekler için cennet nimetleri ve Allah’ı görme nimetinden nasib yoktur. Meleklerin her şekle girebilen havaî latif bir cisme sahip oldukları, ikişer, üçer, dörder kanatları bulunduğu da zikre­diliyor. Meskenleri göklerdir. Müslümanların çoğunluğunun görü­şü de böyledir.

 

 

 

 

[1][21] Lokman: 31/25.

[2][22] Zümer: 39/3.

[3][23] Mâide: 5/3-36.

[4][30] El-Bakara: 2/164.

[5][2] İbn-i Mâce, C: II, s. 1322, H. No. 3993; Tirmizî, İman, 18. Bab. 18

[6][3] İbn-i Mâce, C: II, s. 1302, H. No: 3950.

[7][5] Tâhâ: 20/123.

[8][6] Buradan meşgaleden maksat, insanı Allah’dan meşgul etmesidir. Hadîs, Fıkıh ve Tefsir gibi rivayete dayalı bilgiler, maksat itibariyle insanı Allah’a ulaştırdığından, şeytan bunlara karışamaz, demektir. (Mütercim).

[9][16] El-En’âm: 6/68.

[10][17] EI-Bakara: 2/26.

[11][18] El-İsrâ: 17/82.

[12][19] En-Nîsâ: 4/65.

[13][34] Zumer: 39-62

[14][39] Sâffât: 37/153-154.